Kendimi Seviyor ve Onaylıyorum!

Yazan: Müge Çevik

“Kendimi seviyor ve onaylıyorum.” Ne çok duyar olduk bu vb olumlama cümlelerini. Ardına mucize beklentilerimizi ekledik, sırtına da ben bunu hak ediyorum ağırlığını.…peki ne oldu? Sevdik mi gerçekten kendimizi? Ya da onaylayabildik mi en utanç verici bulduğumuz yönlerimizi ya da bize ait olduğunu bile kabul etmediğimiz, edemediğimiz yönlerimizi?

Ben bu cümle ile hayatını değiştiren kimseyi tanımıyorum. En azından sadece bu olumlamayı kullandığı için kendini daha çok seven ve onaylayan kimseyi…peki ne olunca insan kendini sevmiş ve onaylamış oluyor? Nedir bunun kriteri? Ne oluyor da biri için kendini seviyor diyebiliyoruz?

Bu soruya benim cevabım çok net, iki parçadan oluşuyor…1.kendim de kim? 2. sevmek ne demek? Bu iki soruya yanıt verebiliyorsak olur bu iş…

Önce sevmek ile başlayalım, çünkü kısmen daha kolay, evet inanmazsınız sevmek ne demek anlatmak ben kimimden daha kolay. Sevmek sadece bir duygu değil, davranış boyutu olan, içinde akıl, emek, sezgi, koruma, şefkat, hoşgörü, bağlılık, aidiyet, hizmet, onurlandırma, ihtiyaçlarını duyma, fark etme, saygı, yeşertme gibi pek çok unsurun olduğu bir paket. Sanırım kimse buna itiraz etmeyecektir. Hepimizin sevgi gösterme modelleri farklı farklı olabilse de özünde sevgi böyle bir şey.

Peki kendim kimim ki bunu sevip sevmediğimi anlayayım?

Kendim yani ben, ne sadece duygumum ne aklım ne de eylemlerimim….peki neyim öyleyse??? Kendi varoluşu üstüne düşünen, kendi gelişimine şahitlik edebilen, değişen şartlara göre bilinçli olarak adaptasyon gösterebilen tek canlı olan insan kim olduğu konusunda tek bir tanım ile yetinemiyor. Bana soracak olursanız, ben, bedenim, duygum, aklım ve tinselliğim ve bunların neticesinde yarattığım eylemlerimin toplamının daha fazlasıyım.

Peki bu kadar katmanlı ve çok parçalı bir şeyi bilmek, tanımak kolay mı ki, onaylamak ve hatta sevmek kolay olsun?

Söz konusu şeyler herkes için genel geçer ve toplumsal olarak da anlaşılır görülen fiziksel ihtiyaçlar ise, acıkmak, tuvalete gitmek gibi, bu ihtiyaçların neticesinde bulunduğum eylem ile ilgili kendimi onaylamak çok kolay. Karnım acıkınca yemek yiyorsam onaya ne gerek var ki! Ama karnım acıkmadan, hem de kilo vermem gerektiğini düşünürken üstelik sağlıksız şeyler yiyorsam, kendimi onaylayabilir miyim?

Fiziksel ihtiyaçların içine biraz duygu biraz moral değerler biraz da sosyalizasyon girince işler karmaşıklaşmaya başlıyor. Zihnimde benim dışında birkaç ses daha beliriyor, bir kısmının sakın yapma dediğine diğeri amaan yap gitsin, ölümlü dünya diyor…bir kısmının dediğini yapınca bir kısmınınkini de yapmayınca çok pişman oluyorum. Peki ama hangisini dinlemem, hangisine hizmet etmem gerekiyor? Hangisini dinlesem öbüründeki kendimi sevmiyor mu oluyorum?

İyice karıştı değil mi? Günlük hayatın içinde çokça yaşıyor, sıkıldık, bunaldık, mutsuzuz diyor ama kök nedenini bilemiyoruz.  Maalesef kendimizi yeterince tanımadığımız tanıyamadığımız için de yeterince sevemiyor, hatta neyi seveceğimizi bile bilemiyoruz.

Yetiştiğimiz aile, onun değerleri ve sosyalizasyon süreci, bizi bizden uzaklaştırıp kabul gören prototipler haline dönüştürmeye çalışmışken ve nerede nasıl davranmamız, bu davranışa hangi duygunun eşlik etmesi gerektiği bilgisi ile büyüdükten sonra, bir gün kalkıp hayır bu benim değil, toplumun istediği ya da anne-babamın benim için uygun bulduğu diyemiyoruz. Ama tabii kendimizi seviyor ve onaylıyoruz J

Maalesef öylesine kolay olmuyor. Neyi sevip sevmediğini, neyi isteyip istemediğini ve daha önemlisi bunlar için gerekli bedeli ödemek isteyip istemediğine karar vermesi bir hayli zaman alıyor insanın. İnandığımız, kendi değerimiz bildiğimiz doğrularımızın da bir gün değişmek zorunda kalabileceğini kavrayabilmek için bir hayli duygusal olgunlaşma evresi geçirmiş olmak gerekiyor.

Bedenden gelen hastalık, kasılma, gerginlik gibi olumsuz tepkilerin bir sinyal olduğunu anladığımızda, bedenimizin bize neşen yok, tatsızsın veya içine sinmiyor deme şeklinin bu olduğunu kavradığımızda kendimize bir adım daha yaklaşıyoruz.

Tekrar eden duygularımızı fark ettiğimizde, bunlar bize mi ait yoksa başkası tarafından öğretilen duygular mı, bugünün mü yoksa dünün mirası mı, endişe kaynaklı mı, zihinden mi yoksa gerçekten bedenimizden, yani bilinçaltımızdan mı ayırt edebildiğimizde bir adım daha…

Aklımızdan geçenleri, bize zarar verir değil, bize hizmet eder şekilde organize edebildiğimizde, aklımızı, zihinsel süreçlerimizi çözdüğümüzde, hangi durum karşısında benzer kalıplarda düşündüğümüzü, düşünce kalıplarımızdaki kısıtları gözleyebildiğimizde bir adım daha…

Ve bütün bunların ötesinde, insan olarak bağımsız olmak kadar bağlanma ihtiyacında da olduğumuzu, madde dünyası dışında bir maneviyat yaratmaya da ihtiyaç duyduğumuzu, anlamın zihinsel olduğu kadar tinsel de bir boyutu olduğunu idrak ettiğimizde bir adım daha…

Bunları fark edip, tüm bu bilinç ile kendi ihtiyaçlarımızı, bütünün hayrını da gözeterek ve diğerlerine de saygı ile giderecek kadar samimi olabildiğimizde ise bir adım daha…

Kişinin kendi olmaya yaklaşması, kendini fark etmesi, gelişim alanlarını görmesi, bunları başkaları söylediği için değil, istediği için, daha güzel bir yaşam, daha yumuşak, daha toleranslı ilişkiler kurma niyeti ile yapması, her farkındalıkta kendine bir adım daha yaklaşması bitmeyen bir yolculuk. Son nefesine dek kendine, yani özüne, kimliklerinin, rollerinin, tutum ve davranışlarının gerisindeki kendine yaklaşmaya çalışan insan, bunu yaparken kendine ne kadar yabancılaşmış olduğunu gördüğünde bazen dehşete kapılıyor, korkuyor, ümidini yitiriyor, nadiren o yabancılıktan kendine yakınlık doğurmak için heyecan duyuyor ve sabırsızlanıyor.

Zorlu, yüklü, bazen endişeli, bazen güzel manzaralı, bazen hüzünlü, bazen iç açıcı bu yolcukta insan çoğu zaman kendini sevmeyi ve onaylamayı unutuyor. Kaçımız, dinlenme ihtiyacımızı işte başarılı olma ihtiyacının önüne koyabiliyoruz! Kaçımız mutsuz bir ilişkiyi bitirme cesaretini daha da önemlisi samimiyetini gösterebiliyoruz! Kaçımız sevilen biri olmaktan daha fazla kendimize saygımızı önemseyebiliyoruz! Kaçımız toplumsal kabul ile kişisel mutluluk arasında kendimizi seçebiliyoruz! Peki ya kaçımız başarı yerine tatmini, daha fazlası yerine huzuru, bedelli ilişkiler yerine tek başınalığı, onaylanmak yerine seçimleri ve getirdiklerini koyabiliyor! Kaçımız bu saydıklarıma ama ile başlayan mazeretler üretmek yerine, kendimize samimi bir geribildirimde bulunuyoruz! Kaçımız kendimiz olmanın bedelini mevcut konforumuzu bozmak ile ödemeye razıyız ki kendimizi sevmekten ve onaylamaktan bahsediyoruz? Maalesef çok azımız. Temelde de sevmeyi bilmediğimizden değil, neyi seveceğimizi tam olarak bilememekten. Bu yüzden, sadece bu olumlama ile hayatı değişen kimseyi görmedim dedim. Ne zaman ki, bu olumlamanın gerisindeki “kendim”, net bir farkındalık ile ortaya çıkar işte o zaman kişi, kendini hem sever ve onaylar hem de o sevdiği şeyin daha iyisini, daha sevilesi olanını kolaylıkla her adımda yeniden yaratır. Ve dilerim öyle de olsun…