Bize En Çok Cesaret Lazım!

Yazan: Müge Çevik

Cesaret nedir? Cesaret; artık razı olmadığımızı, işini, işlevini, süresini tamamlayanı geri bırakırken, korkunun koluna girip kontrat saçma görünse de o yolculuğa çıkmaktır.

Önünüze şöyle bir kontrat koysam:

  • Bir yolculuğa çıkacaksın ama dönüş zamanına sen karar veremeyeceksin.
  • Yolun nerede başlayacağına ve yolda başına geleceklere de sen karar veremeyeceksin.
  • Valizinde neler olacak, hangi tende, hangi coğrafyada, neye inanarak ve kimlerin arasında başlayacaksın bilemeyeceksin.
  • Koşulsuz seveceğin insanlar olacak hayatında ama onların da büyük bölümünü sen seçmeyeceksin.
  • Sana 6 temel duygudan sonsuz miktarda vereceğim, gerisini sen istediğin gibi inşa edecek ne zaman ne yaşadığına karar vererek yaratabileceksin.
  • Sana kendi sınırlarını keşfetmeye zamanının yetmeyeceği kadar bir akıl ve o aklın içine koyduklarını istediğin gibi işle diye bir de zihin vereceğim, gerisine karışmayacağım.
  • Yolda benim seçtiğim birkaç önemli dönemeçten geçeceksin, bu dönemeçlere sen karar veremeyeceksin ama nasıl geçeceğin tamamen senin kararın olacak.
  • Bazen çok gülecek bazen ağlayacak bazen nefret edip oyunu bırakmak isteyeceksin ama eğer aklını iyi kullanırsan iyi ki de buradayım dediğin anlar daha çok olacak.
  • Ama zaten gittiğin andan itibaren bu konuştuklarımızı da hatırlamayacaksın.

Kabul eder miydiniz?

Elbetteki hayır! Maceracı bir tarafı olanlar; “İlginçmiş, vaaay nerede başlar acaba” falan diye karıncalanır belki ama netlik ihtiyacı yüksek olanlar için kulağa deli işi gibi gelse gerek. Her ne kadar böyle kurgulayınca pek kolay kolay kabul edilecek bir teklif değilmiş gibi dursa da, bugün bu yazıyı okuyan sizler ve okumayan, ya da hiç aklından bile bunlar geçmeyen milyarlar, trilyonlar bu dünyaya gelmeyi bir gün bir noktada seçmişiz. Hadi diyelim seçmedik, yine de yaşadığımız şey buna benzemiyor mu?

Anlatınca bu kadar riskli ve saçma görünen bir kontratın içinde çokça da vakit alarak ve hatta oyunun nerede ve nasıl biteceğini bilmiyor olmaktan da oyun içindeki her andan keyif çıkartarak yaşamıyor muyuz?

Peki öyleyse korkmak, endişelenmek, bağlanmak, asla demek, her şeyi bilmek istemek, olandan şikayet edip bir yandan da değiştirmemek neden?

Razı olmadığımız ilişkiler içinde kalmak, hak ettiğimizden azına katlanmak, kendimize, bedenimize bağımlılıklar ile zarar vermek neden?

Cesaretin yokluğunu korku içinde olmak veya korkaklık sanırız. Oysa, bir insan cesaret gösteremediği her konunun en fazla esiri, bağımlısı, temelsiz ve orantısız cesaret ise riskli ve daha büyük bir yıkıma sürekleyicidir. Korku, öfke, sevinç, tiksinme, kızgınlık, şaşırma evrensel olarak tüm insanlarda olan 6 temel duygudur ve bir şeyin duygu olabilmesi için şimdi ve burada bir uyaran olması, o uyarana fizik bedenimizin bir tepki vermesi ve o tepkinin enerjetik bir izdüşümünün olması gerekir. Yani bu ve bunlar gibi tüm duygular, ancak gerçekten içinde bulunduğumuz anda bizi tetikleyecek bir uyaran varsa ortaya çıkarlar.

Evde kendi kendine otururken, sosyal medyada gördüğün bir fotoğraf veya yazı ile hızla sürüklendiğin, dış uyarandan daha büyük bir tepki verdiğin, hissettiğin ise duygu değil de daha çok zihinsel olarak ya geçmişten getirdiğin utanç ve/veya pişmanlığın ya da geleceğe yönelik endişe ve adı konmamış ihtiyaçların şekil değiştirmiş halidir. Aylar önce olmuş bir olayı hatırlamak yeniden tekrar tekrar öfkelenmek, çok uzun süre yaşanmış bir acının bir tortusuna tutunup her geçen gün hafiflemesine izin vermemek, henüz olmamış bir şey ya olursa diye tüm hayatı ona endeksleyerek yaşamak duygu dünyamızdan uzak zihnimizin labirentlerinde kaybolduğumuz, sıkıntılı gibi görünse de konforlu olan, bildiğimiz, başımıza gelen baş etmeye alışkın olduğumuz durumlardır. Ve tam da bu durumların dışında başka bir türlüsünün mümkün olabildiğine inanmak ve bu başka türlüye adım atabilmek için gereken itici güçtür cesaret.

Cesaret asla ve asla korku hissetmemek, korkmamak, yeniyi isterken eskiyi bırakmak, vazgeçmekle ilgili çekincelerimizin olmaması değildir. Cesaret artık razı olmadığımızı, işini, işlevini, süresini tamamlayanı geri bırakırken, korkunun koluna girip kontrat saçma görünse de o yolculuğa çıkmaktır. Ve cesaret yine de hiçbir şeyin garanti olmadığı, çoğu zaman bireysel iradenin gücünün oldukça küçük olduğu bir yolculuğa, garanti beklemeden, sadece mevcuttan artık razı olmadığımız için çıkabilme gücüdür. Cesaret, ‘ya işe yaramazsa’ diye düşünmemek, hiç aklına kötüyü getirmemek değil, işe yaraması için ne gerekiyorsa yapacağım ve yapmak için çabalayacağım, zaman zaman iradem zayıflayacak, bazen hiç gerçekleşmeyecekmiş gibi gelecek, karşı çıkan, beni caydıran çok olacak ama ben her seferinde yeniden ve daha güçlü başlayacağım diyebilmektir.

Cesaret, eski kendinden yeni ve gelişmiş kendine doğru yola çıkarken ayağına taş değmemesi garantisi istemek veya 30 metreden suya atlayabilme gücünü göstermek değildir. O suya girilecekse hasarsız ve istediğim şekilde girebilecek kadar su kenarına inecek patikayı bulma kararlılığıdır. Gözü kara değil, zihni labirentlerden çıkmış, bilakis gözü çok net gören bir duygudur cesaret. Korkuların, endişelerin, her türlü hüzün ve kaygının da insana dair olduğunu bilip bunlara rağmen değil, bunlarla birlikte hareket edebilme gücüdür. Bu yüzden de değişimin ilk ve en temel gereği, yola çıkarken atlanması gereken ilk eşiktir.

Düşünsenize bu dürtümüz, bir zamanlar bir yerlerde bu eşiği atlamak ile ilgili bir kararımız olmasaydı, kim bilir belki de bugün, bu hayatları hiç yaşamıyorduk. E madem yaşıyoruz, hakkını neden vermeyelim ki!